Cuma, Ocak 30

gunluk isler


Bu tatil donusleri pek bir fena. Camasir, bulasik, yemek yapma falan derken gunler geciveriyor.. Mesela iki gundur 5 kere camasir yikadim, iki kere bulasik makinasi calisti, bugun evi temizledim.. Derken saat yine 4.

Bugun cok onemli bir sey oldu aslinda. biz dun yasadigimiz yerdeki commune (belediye gibi) gitmistik, bana yasama iznine basvurmak icin. Dun basvurumuz sorunsuz bir sekilde halloldu. Iki hafta icinde eve polis gelecek dediler. Polis gelip yasadigimi soyledigim adrese yasayip yasamadigimi kontrol ediyor, eve bakiyor falan. Neyse, iki hafta icinde gelecek diye ciktik. Bu sabah 11 gibi zil caldi. Eyvah polis dedim icimden, hakkaten de polis gelmis..

O bizim 3. kattaki evimize cikarken ustumu degistirdim, saclarimi taradim, artik kontrol altina alinmayacak kahkullerimi kontrol almaya calistim falan derken adam geliverdi. Iceri aldim. kimligimi istedi. Ara ara bulamiyorum pasaportumu. Neyse, sonunda amerikan ehliyetimi verdim, telas etmeyin, bu da olur dedi. Bu is de hallolmus oldu. Simdi 1 hafta icide bana commune'den bir kagit gelecek, tekrar belgelerimle gidicem ve de yasama iznim ve kartim cikacak..

Bir de bugun kendiligimden fransizca bir kelime ogrendim. Markete gitmisim, ve un almam lazim. Geziyorum geziyorum, sekerler falan ama un yok. Neyse sonra kasadaki oglana sordum, flour diye. Ingilizce bilmiyormus. Hemen aklima geldi, sivi becel almistim, arkasinda da kek resmi vardi. adama gosterdim, ellerimle de karistirma hareketi yaparak. Adam aha dedi ve beni mayalarin yanina goturdu. No, white powder diye karistirma hareketine devam ettim - o da, aaa farine dedi. Hah o herhelde diye pesine takildim. Hakkaten de oymus. Farine un demekmis, haberiniz olsun! Bir de para odeyecekken adam dix-neuf dix-neuf dedi, yazarkasanin ekranina bir baktim, 19,19 euro. Tamam, artik sayilari da anliyorum!

Perşembe, Ocak 29

snowboard ogrenip donduk

4 gunluk Avusturya Nassfeld'deki dag tatlimiz cok cabuk geciverdi.. Zaten yol 13 saat falan tuttugu icin 1 gunumuz yolda gecti, dun yorgun argin bir sekilde vardik eve. Bugun de anca toparlaniyorum, camasirlar birikmis, evi bir duzene sokmak lazim falan derken anca vakit buldum yazmaya..

Benim ilk dag tatilimdi. Ayrica yukseklik korkum olmasi - o teleferikler, teleskiler falan eziyetti benim icin - kar sevmemem ve de soguktan nefret etmem de bu tatil oncesi ben ve snowboard, ne alaka? diye epey bir dusundurdu.. Neyse ama, ciktik yola. Yolumuz cok uzundu. Konusa konusa, bol molali bir yolculuk sonu guney Avusturya'ya vardik. Her yer bembeyazdi. Yollarin yani 1 metreden fazla kardi. ama buna ragmen yollar tertemizdi. Hic bizim oralar gibi degildi yani...

Ilk gunumuzde epey bir zorlandim. Ben daha ayaklarimda board, dustugumde kendi kendime ayaga bile kalkamiyordum. Satih egimli oldugu icin kalktigin anda tekrar dusuyordum.. Ilk gun ellerim, dizlerim, popom, kollarim bacaklarim cok agridi. Herhalde 100'den fazla kez dusmusumdur.. Yani o kadar cok dustum ki, komedi gibiydi.
Isin en harika tarafi bu konveyor bantti. Biz minik pistimizden kayarak inip bu yuruyen yol sayesinde cok kolay bir sekilde yukari cikiyorduk. O kadar acamiydik ki, teleski'ye falan binmemize imkan yoktu. arkadaslarimiz da bu mukemmel fikri cok begendiler ve ilk defa bura boyle bir sey gorduklerini soylediler. Normalde geri yukari yurumemiz gerekecekti. Gercekten de cok sansliydik!

Bir dususum epey siddetli oldu, butun gece agridi dustugum yer. Ikinci gun tatil yapmaya karar verdik oyle olunca. Aslinda Venedik'e gitmek istedik, ama 3 saat gidis 3 saat donus - 6 saat yollarda gecsin istemedik. Biz de onun yerine Slovenia'nin baskenti Ljubljana'ya gittik. Burasi kucuk bir sej=hirdi, 2 milyona yakin nufusu varmis, ve de sehrin tam ortasindan kucuk bir kanal geciyordu. Kanalin etrafi cok sirin kafeler, lokantalarla cevriliydi. 4-5 saatte butun sehri epeyce bir gezdik. Hatta meyve sebze pazarindan alisveris bile ettik.

Yolda benim daha onceden bir kitapta resmini gordugum ve cok mistik buldugum Bled sehrine de ugradik. Kocaman golun ortasinda bir ada, adanin uzerinde de cok guzel bir sato. Oraya gitmek icin gecti aslinda, ama yine de dayanamadik ve ugradik. Keske daha once gelseymisiz diye de epey uzulduk. artik bir dahaki sefere deyip ayrildik.

3.gunumude ise yeniden kayak yapmak icin hevesliydik. Benim agriyan yerlerimde hic agri kalmamisti, ve son gunumuz olmasinin verdigi gazla kendimizi hocamizin ellerine teslim ettik. Son gun herhalde toplasan 20 kere falan dusmusumdur. Isin guzel yani, bunlar cok daha kontrollu ve yumusak dususlerdi. Hatta teleskiye binmeyi bile ogrendik. Cok eglendik, acayip gelistirdik, hatta ben kendi kayis tarzimi bile gelistirdim- herkes bana duzeltmem gerektigini soylese de cok mutluyum, kayabiliyorum, artik gelecek sefere duzeltirim.

Herkes snowboard cok zor, aman hemen vazgecmeyin cunku cok caniniz yanabilir falan diyordu daha gitmeden. hatta bana, acaba kayakla mi baslasan diyenler de oldu - ama basardim :) Yani tamam, ilk gunun aksami inanilmaz yorgundum ve de korkmustum, ama isin sirri galiba o aradaki gunde baska bir sey yapmakti. eger o gun de gidip kaymayi denesek cok daha fazla canim yanacak, cok daha mutsuz olacaktim.. 1 gun tatil yaptik ve de 3.gunki performansimiz gercekten de inanilmazdi. Dagdaki 2. gunumuzde bu isi cozduk diyebilirim. Artik bir dahaki tatilde kendimizi daha da gelistirip kayma teknigimizi ilerleticez.. Simdiden heyecanlaniyorum, snowboard yapmayi herkese tavsiye ediyorum, ama dusmekten de korkmayacaksiniz... Bu is dusmeden ogrenilmiyor.

Cuma, Ocak 23

bizi bekleyen uzun haftasonu ve snowboard maceramiz..


Yine bir cuma, yine pek bir sey yapamadan gecen bir hafta.. Neyse en azindan aylardir yanimda tasidigim makaleleri okudum, bana gerekli bolumleri buldum, tezimde kullanabilecegim yerleri isaretledim falan - bugun de biraz calisirsan iyi olacak.

Bu gece sabaha karsi 3'te yola cikiyoruz. bu sefer bizi 11 saatlik bir yol bekliyor. 2 araba, 6 kisi Avusturya'ya kayaga gidiyoruz. Kayak kiyafetlerimiz hazir, bir tek snowboardlari ordan kiralayacagiz ve kendimizi karlara atacagiz. Merakla bekliyorum nasil gececegini 4 gunluk seyahatimizin.

Ben yol icin muffinler ve pogaca yapmayi dusundum. Sabahtan muffinleri hallettim. Pogacayi da gece yapmayi dusunuyorum ki taze olsun. Bir de arada bavul yapma, ders calisma falan gibi yapmam gereken isler var ki, off off nasil olacak bilemiyorum. Tam baslamisken yine dagilicam aslinda, o acidan hic de iyi olmadi bu tatil benim icin. Oyle dag, kar falan da sevmem - kendimi cok merak ediyorum :)

Perşembe, Ocak 22

yeni yasim

26 yasinda olmak pek de fakli degil aslinda. Bir arkadasim, onun da dogum gunu ocak ayinda, hep biz boyle ilk yeni yasimiza giricez, demis, gercekten de oyle.. Ilerde ocak ayinda dogmus olmaktan dert yanariz herhalde, bakalim..

26 annemin beni dogurdugu yas bu arada. Ay annecim, yasiniz da ortaya cikmis oldu, pardon :) annemin yasi benimkinin iki kati - ilk okul matematik problemlerini hatirladim bir anda. En kolay islemi yapilacak yas bu oldu. Annesinin yasi, emelin yasinin iki katidir....

26 bakalim nasil bir yas olacak.. En buyuk dilegim su doktoramin bitmesi ve 26 yasinda doktor olmak :) Haydi hayirlisi diliyorum, yeni yasimda kendi kendime bol sans, saglik, ve guzel bir yil diliyorum.. Bakalim bu yil ne surprizler getirecek bize.

Pazartesi, Ocak 19

Yeni tabak canaklar...

Almanya gezimiz pek verimli oldu! En onemlisi yeni arabamiza alismis oldum - artik amansiz soforlugum burdaki yollarda da kanitlandi :)

Bir de, artik soframiz senlendi diyebiliriz bu tatilden sonra. Arayip da bir turlu bulamadigimiz, her yerde uc bes kalmis yemek takimizi aldik! Sadece yemek tabaklari zorladi bizi, onlari 3 yerden tamamlamamiz gerekti. Takdim edeyim efendim, Villeroy & Boch'un Country Heritage serisi! Biraz buyukceler, agircalar, ama gercek bir klasikler. Hem sik hem gunluk iki takim alacak yerimiz olmadigindan sade bir sik takim aldik bir de, yerlestirdik dolaplarimiza, iki gundur keyifle kullaniyoruz. Hatta dun aksam ilk misafirimizi agirladik. Artik evimizde cok daha kalabalik misafirler agirlamaya haziriz. Su kayak tatilinden bir donelim de....



Cuma, Ocak 16

yazmak

Bu aralar kitap okuyasim var cok, evde kutuphanede dizi dizi kitap bana bakiyor, ama iste baslamaktan korkuyorum, cok isim oldugu icin.. Ben de sonunda dayanamadim, ve kendime kitap okuma aralari vermeye karar verdim. Masumiyet muzesini epeydir okumak istiyordum, onla baslicam. Hatta dun gece basladim bile..

Kitabin basinda dikatimi ceken bir sey oldu. Bu Orhan Pamuk'un sevgilinin esyalarini toplama temasi aslinda Issiz Adam filminde de var. Gecen gun butun internet arastirmasi tekniklerimi kullanip filmi buldum, kalitesi iyi degildi, ama o kadar cok bahsedildi ki filmden, oturup izledim. Orda da filmin sonunda alper ada'ya itiraf etmese de biz ogreniyoruz ki kizin tokasini o kadar zaman saklamis.. Bu sevgiliye ait esya saklama konusu ilgimi cekti benim.. Dusunuyorum da, baska film ve kitaplarda da var bu.

Ilginc bir duygu eski sevgiliye ait bir seyi saklamak.. Ben saklamaci bir insan degilim, esyalar sahipleriyleyken bir sey ifade ederler cunku. Aslinda yalan soyledim, saklarim, ama ailemizdeki eski esyalari - hele de benim icin bir anlamlari var ise.. Mesela bu gelisimde bruksel'e cocuklugumda babanemlerin yazliklarindaki eski bardaklari getirdim.. Bunlar Renault marka eski araba deseni olan kucuk, bence, cin tonik bardaklari.. Dedem biz kucukken icine meyve dilimleyip uzerine jole yapardi. Soguk soguk, denizden gelip deli gibi onlari yerdik - hemen bitiverirdi.. O bardaklar simdi benim Bruksel'deki evimde, kim bilir babanemler nerden ne zaman aldilar..

Anneannemin cocuklugundan kalan ve Gulluk'te yazlikta kullandigimiz herhalde 80-90 yasindaki tabaklarini da aip getirdim buraya, kirilacaklar diye icim titreyerek.. Yazlikta kullanirdik onlari. Inanilmaz olan sey ise hala yeni gibiler, cunku hic bulasik makinesine girmemisler :) Simdi arasan da boyle guzel tabak bulamiyorsun. bu tabaklar Cekoslavak mali - artik oyle bir ulke bile yok...



Yeni hedefim ise babanemin oyun paralari.. Arkadaslariyla konken falan oynerken kullandigi plastik paralar. Bunlarin farki ise renk ve sekilleri, hepsi pastel tonlarda ve farkli sekillerde. bugun artik oyle bir sey bulmaya imkan yok. Resmini cekmedim, bir dahaki gidise artik. Bunlarin ozelligi ise cocukken benim oyuncagim olmalari. Haftasonlari babaneme gittigimde oyuncagim onlardi, neler neler yapardim..

Benim icin onemli olan sey anilardir, onlari da yillardir tuttugum gunluklerimde sakliyorum zaten. ilk okul anilarimdan bugune, her sey onlarda kayitli.. Ankara'dayken arada bir acip okurdum eski gunluklerimi. Insana buyudugunu daha iyi gosteren bir sey yok aslinda. Dvara carpmis gibi oluyorsun okuyunca kendi yazdiklarini - bu ben miyim diye kaliveriyorsun, sanki baska bir insanin hayatini okuyorsun..

Benim hayatta en cok saklamak istedigim sey kedimiz cici.. Hatta elimde olsa, DNA'sini saklayip ilerde klonlatabilsem. Dunyanin en psikopat kedisi, ama ayni zamanda hayatta gordugum en zeki kedi. Sirf bu yuzden saklamayi cok istiyorum.. Basima ne kadar buyuk bir bela alacak oldugumun farkindayim bunu isteyerek, ama olsun.

Elif Safak ve Istanbul Center in Brussels

Dun gece "What do women novelists want" adli bir panele katildik. Paneldeki konusmacilar Elif Safak ve akademisyen, yazar Alev Adil'di. Elif Safak'a hayran olan ben cok heyecanliydim.. Elif Safak genc kadin yazar diye anilmaktan sikayet etti, Turkce'nin arindilinmasindaki kayiplardan dem vurdu, dili kullanma konularina girdi. Cok keyifli 2 saat gecirdik. Elif Safak ile tanistim, biraz sohbet ettim. Siyah Sut kitabini annemin okuyup cok sevdigini, beni ise korkuttugunu soyledim. Cocugu olmayan biri icin biraz korkutucuydu yasadiklariniz dedim, biraz sasirdi - herhalde ilk defa boyle bir tepki duydu.. Ama sen korkma, anne olmak cok guzel bir sey diye telkin etti beni :)

Panelde manzaramiz uzun boylu bir adam tarafindan mahvedilse de, keyifli bir geceydi..

Çarşamba, Ocak 14

Eve donus

Eve donus yazmak ilginc aslinda, ev mevhumum daha yerine oturmadi... Su son 5 yil icinde o kadar cok evim oldu ki hangisi ev ben bile oturtamadim kafamda.. Uzun sure eve donmek Ankara'ya gitmekti benim icin. Ama simdi kendi evimiz olunca eve donmek Bruksel oluyor..

Yogun Ankara programimdan sonra evde yalniz olmaya alismak zor oldu ilk gun. Isin iyi yani ise, ders calistim - kendi hur irademle hem de.. Bakalim umarim gerisi gelir diyorum :)

Bu deli kiz artik kocaman, sisko, yasli bir kadin.. Eskiden yerden kutuphanelerin tepesine atlayan kedimiz artik yataklara bile ziplarken iyice bir tartiyor mesafeyi, tirnaklarini gecirip kendini yukari cekiyor.. Evin en kucugu oydu aslinda, ama en cabuk o yaslandi annemin de dedigi gibi.. Ama hala cok yaramaz, hala cok cok tatli!

Pazar, Ocak 11

Eski arkadaslar, eski gunler...

Insan eski arkadaslariyla bir araya gelince bir anda eski gunlere donuveriyor, sanki aradan hic zaman gecmemis gibi kaldigi yerden devam edebliyor.. Galiba gercek arkadaslik da boyle bir sey.

Cok yogun cok dolu gunler gecirdim. Sanki basbaknin yurt disi seyahatleri gibi bir programim vardi, 12'de burda, 2'de surda, 4'de bunlarla burda, 6da surda falan derken gunler geciverdi, benim bir haftalik tatilim bitti...

iste boyle, yarin Bruksel yolcusuyum...

Çarşamba, Ocak 7

Hızlı Ankara Gunleri

Kendimi en rahat ettigim, en sevdigim sehir Ankara.. Bir cok insan anlayamıyor bunu, aaa Istanbul dururken falan diyorlar.. Ankara`yı sevmek farklı bir sey aslında - ben Ankara`nın ruhunu sevıyorum.. Evimi seviyorum, ailemi, arkadaslarimi, sokaklarındaki anılarımı... Burda gecen hayatımı seviyorum...

Ankara gunleri cok hızlı geciyor.. Dönüş yaklaşıyor.. Ankara`yı ancak bilen bilir, yaşayan anlar. Bilmeyenlerin boş lafları bir kulağımızdan girer, ötekinden çıkar...

Pazar, Ocak 4

Eski esyalarla yeni uygulamalar*



Objeleri farkli sekillerde kullanmak, onlara yeni kullanim alanlari saglamak cok keyifli oluyor. Amerika'dan donmeden once Wal-mart'ta gezerken balikcilik ve avcilik reyonunda gezerken ordaki yem baliklara takildi gozum.. O kadar guzellerdi ki, dayanamadik iki tane aldik - anahtarlik yapmak geldi hemen aklimiza. O kadar guzel parliyorlar ki, neredeyse iki tane daha alip kupe yapasim var - o ayri :) Uclarindaki nazar boncuklari da bizim yorumumuz, normalde orda kocaman kocaman uc basli kancalar vardi...

Ikincisi ise bir cip, asil adi circuit board - yani devre karti. Bilgisayarlarda kullaniliyor. Elektrik muhendisi arkadasim bunu anahtarlik olarak kullaniyordu, gorunce hemen ben de istemistim. ama anahtarlik olarak fazla buyuktu benim icin. Ben de hemen ucuna bir kurdele baglayip onu sirin bir kitap araligina ceviriverdim.. Bu aralar pek kitap okumaya vakit bulamasam da, normalde okudugum kitaplarin arasinda yasiyor kendisi, pembe kurdelesi de ona cok yakisiyor - ne diyim!

Bu da yilin ilk kari, dun degil onceki gun yagdi. Tutmadi gerci, ama olsun, evin sicaginda otururken disardaki kari izlemek guzeldi. Dun ise hava burda - 3.5 dereceydi. Ankara'nin durumu daha da kotuymus, her yer karmis. Yarin 1 haftaligina Ankara'ya gidiyorum, en kalin kazaklarim ve cizmelerimle beraber. Bakalim ben ordayken havanin durumu ne olacak, soyle disari cikip bir kar yuruyusu yapabilecek miyiz...

* Aslinda "new uses for old things" demek istemistim, ama iste Turkceye tercumesini bir turlu oturtamayince ben de boyle demek zorunda kaldim. aklimiza eski esyalara yeni kullanimlar geldi - ama bu da cok anlamsiz bir sey oldu...

Cuma, Ocak 2

Yeni bir yil!


2009'a resmen donarak girdik, hala isinamadim, umarim bu sene boyle gecmez..

Avusturya'ya gidecek olanlarin ilk dikkat etmesi gereken sey Nisan ile Ekim aylari arasinda orda olacak sekilde tatillerini planlamak. Aksi takdirde sehrin tadini cikarmak epey bir zorlasiyor..

Biz Viyana'ya gece vardik. O gece hemen uyuyup sabah sehri turlamaya basladik. Unlu ve heybetli stephensplatz oranin en populer meydani, ayni zamanda da heybetli bir kilise olan Stephensdome orda bulunuyor. Bu kilisenin canlarindan biri ilk Turk isgali sirasinda atilan toplar eritilerek yapilmis. Cani gormedik ama kilisenin icini gezdik, barok tarzindaki kilisenin ici sasirtici bir sekilde aydinlikti. Ama etraftaki suslemeler, varaklar inanilmazdi tabi.

Sonra hemen cikip unlu Sisi'nin de evi olan Hofburg sarayina gittik. Sarayda cok ilginc bir sergi vardi. Avusturya-Macaristan imparatorlugunun butun mutfak esyalari, sofra takimlari sergileniyordu. Cok satafatli seyler gorduk ve de yaldiz gormeye dayanamayacak hale gelince hadi Sisi'nin sergisine bakalim dedik.






Sisi sergisinin asil amaci Sisi hakkindaki mitleri ortadan kaldirip onun gercek kisiligini anlatmakti. Sergi ilgincti baya, kiyafetleri, takilari, hayati, mektuplari, ilac cantasi derken onun gercekte kim oldugunu anlatmaya calismislardi. Filmlerdeki imajinin disindaki gercek hayatini gostermeye calismislardi. Sisi ile ilgili bir resim cekemedim, cunku resim cekmek kesinlikle yasakti :(

Sonra da imparator ve imparatoricenin odalarini gezdik. Biraz uzucuydu bu gezi cunku sarayin normal sicakligi (daha dogrusu soguklugu) 14 dereceymis. Inanilmaz bir sey bu cunku 14 derece hic de oyle insanin rahat edebilecegini bir oda sicakligi degil bence. Odalar o zaman icin bile oyle cok satafatli, suslu degildi. Hatta imparator ve Sisi'nin yataklari oyle basitlerdi ki sasirdik..Bir de imparatorun her sabah 3:30'da kalktigini duyunca ben pes dedim; bu nasil bir hayat, bu nasil imparatorluk!


Viyana'da o aksam bir konsere gittik. Operaya falan gidemedik tabi ki, cunku operaya gitmek oyle son dakikada planlanacak bir sey degil, biletler epey onceden tukeniyormus. Biz de daha ufak bir konsere gittik imparatorlugun yazlik sarayinda. Bale gosterisi ve konserdi, guzeldi, ama etrafimizdaki turistlerin kabaligi bizi biraz sinir etti. Onumuzdeki bir kadin cep telefonu ile konustu, arkamizdaki cak cak sakiz cignedi, yine onumuzdeki kadin bir ara operya eslik etmeye kalkti falan derken inanamadik. Dedik ki, herhalde insanlar o kadar para vermeyince bir seye saygi gostermiyorlar.

Belvedere Sarayi'nin bahcesi

Ikinci gun Belvedere Sarayina gittik, burasi iste tam bir saray dedirtecek turden bir saraydi. Duvarlar suslemeli, satafatli, gorkemli. Burasi ayni zamanda bir sanat muzesiydi. Bir cok resim gorduk, yeni ressamlar ogrendik. cok kalabalikti, ama yine de keyifliydi. Ordan cikista opera binasindaki tura katilacaktik, hatta onune kadar gittik ama oyle acayip bir sira vardi ki, vazgecip Linz trenine bindik.

Unlu Viyana Opera binasi

Linz'in en onemli ozelligi, hatta bu yil avrupa kultur baskentlerinden biri olmasinin disindaki tek ozelligi, Hitler'in en sevdigi yerlerden biri olmasi. Hitler zamaninda orayi bir sanat merkezi haline getirmeyi istemis... Bir sehrin Hitlerin en sevdigi yer olmasi aslinda uzucu, gurur duyulacak bir sey hic degil, ama iste tek ozelligi buydu Linz'in. Oyle sanat merkezi falan olmamamis yani.. Linz kucuk bir sehirdi, ve de en onemli yeri sehir merkezindeki meydandi. Bir de tepeye kurulmus bir kilise olan Postlinberg. Havanin cok soguk olmasi gezimizi biraz zorlastirdi.
Postlinberg




O gece ve yilbasi gunu Linz'i gezdik. Sehir cok iyi hazirlanmisti yilbasina. Cok buyuk bir kutlama duzenlenmisti, her yere sahneler ve ekranlar kurdular, her yeri aydinlattilar. Kultur baskenti oldugundan dolayi 120.000 kisinin gelecegini duyrudular. Sehir hakkaten de kalabalikti, aksam yemek yiyecek bir yer ayarlayamadik ve tabi ki sevgili Turk donercilerin sayesinde karnimizi doyurabildik!


Almanlar ve Avusturyalilarla ilgili yapmam gereken cok onemli bir uyari var: o da havayifisek ve de patlayan seylere olan manyakca duskunlukleri. sabahtan fisekleri patlatmaya basladilar ve de butun gece devam ettiler. Inanilmaz birseydi. turkiye'de havayifisek neden yasak anladim, ve de cok sevindim yasak olmasina. Insanlar evlerinin pencerelerinden yolda yuruyen yayalarin uzerine fisek atiyorlardi, her yerde patlamalar, barut kokusu, yolda duran insanlarin ayaklarinin dibine atiyorlardi patlayan bilimum sey, inanamadik ve de urktuk gercekten. Hatta tam onumuzde soyle bir olay gerceklesti: bir evden fisek atildi ve bu yuruyen binirin uzerine dustu. O kisi de fisegi geri eve firlatti. Fisek evin icinde patladi. sonra evdekiler disari buyuk boy bir teneke bira sisesi attilar, biri de o dolu siseyi geri eve firlatti. Resmen ufak capli bir catisma alaniydi etraf. Insanlar manyaklasmis bir halde surekli bir seyler yapiyorlardi.

Biz yeni yila tuna nehrinin uzerindeki bir koprude girdik. Saat 12 olunca bir anda herkes Valtz muzigi esliginde dans etmeye basladi. Bu cok hosuma gitti benim. Biz de dan etmeye calistik, ama cok usudugumuzden hafif hareketlerle birbirimize sariliyorduk. Inanilmaz bir soguk vardi.



Kutlamalar bitince geri otelimize donmek istedik ama bu imkansizdi cunku koprunun bitiminde inanilmaz bir fisek savasi vardi. Her yer sis icindeydi, inanilmaz yuksek patlama sesleri, etrafta polisler, kosusturan insanlar, barut kokusu... 3 yonden fisek patlamalari geliyordu ve kopruden cikis tatamen kesilmisti, biz de mecburen ortaligin biraz sakinlesmesini beklemeye karar verdik. Ama soguk dayanilmaz bir hale gelmeye basladi.

O sirada 2 polisin birilerini o karmasadan kurtarmaya calisitigini gorduk ve hemen peslerine takildik. Once 2 kizi cikarmaya calisiyorlar sandik ama sonra onlerindeki kurklu adami fark ettik. Adami hepimiz tanidik, saat 12 olmadan hemen once bir konusma yapmisti. Biz kim oldugunu anlamadik ama Bundespresident diyip durdmuslardi adama. Iste o adami ordan kurtaran polisler bizi de kurtarmis oldular. Sonra Bruksel'e dondugumuzde alman bir arkadasimiza anlatip bundespresident kimdir ki deyince cumhurbaskani oldugunu soyledi. Inanamadik tabi, adamin hemen dibinde onlarla birlikte kosturuyorduk biz, meger adam avusturya cumhurbaskaniymis. Neyse sayesinde kurtulduk, sagolsun!

Iste boyle bir yilbasi gecirdik. Evimize donduk, ben hala isinmaya calisiyorum... Herkesin yeni yili kutlu olsun, herkese sicak bir yil diliyorum :)