Perşembe, Mart 31

yine bir cuma gününe yaklaşırken...

Hop dedik Perşembe oldu gibime geliyor.. Haftalar salı günü çok yavaş geçiyor gibi iken Perşembe olunca nasıl da geçiverdi diye şaşırıyorum. Bu haftasonu annemler Erzincan'da kardeşimi ziyarete gidiyorlar. Ben de Melosh hanım ile evdeyim.

Salı günü Şereflikoçhisar'daki YİBO'yu ziyaret ettik. Yibo, yatılı ilköğretim bölge okulu demek. Küçücük çocuklar, ailelerinden uzakta yatılı okuyorlar. Normalde haftasonları evlerine dönüyorlar - amaç iyi bir eğitim almak. ama bu okullar Çouk Esirgeme Kurumu gibi kullanılmaya başlanmış. Çocukları bırakmış oraya aileleri - gelip görmüyorlar bile.

6 yaşında bir kızın yanına eğilip soruyorum niye yüzün böyle asık senin bakalım diye. Cevabı çok kısa ve sessiz - annemi özlüyorum. Öğreniyorum ki ailesi aylardır gelip görmüyor kendisini. İçim acıyor, alıp yanıma Ankara'ya getirsen - nasılsa ailesi ilgilenmiyor..

Başka iki çocuğa soruyorum sohbet arasında, en sevdiğiniz yemek ne? Yaprak sarma diyorlar. 11 yaşındalar, 4. sınıftalar. ama burda hiç çıkmıyor, yiyemiyoruz diyo bir tanesi. Belki de bu kızlar şanslı, haftasonu ailelerinin evinde birazcık şımartılıyorlar.. Acaba bu çocuklar ne kadar şansız olduklarını biliyorlar mı?

Gazetedeki haberler - Kayseri, İstanbul'daki Kaan. Ne adaletsiz bir dünya bu yarabbim.. İnsanın elinden hiçbir şey gelmiyor. Kendi küçücük dünyasında o ayakkabıyı mı şimdi mi alayım, aman indirime girsin sonra alayım - kimseyi eleştirmiyorum ben - ben de böyleyim.. Ne kadar duyarsızız hepimiz... Halimizi bir filmde izlesek ne kadar sinirleniriz!



Koruyucu aile diye bir şey var. Yani evlenmemiş de olsan, yeni evli de olsan, çocuğun olsa da olmasa da başvurup Koruyucu ailesi olabiliyorsun bir çocuğun. Tabi önce seni, evini, hayatını inceliyorlar - çocuğa bakabilir misin iyice bakıyorlar.. Sonra çocuğu sana emanet ediyorlar. Evlat edinmekten farklı bir şey bu. Çocuğun velayeti sende olmuyor ve çocuğu asla evlat edinemiyorsun. Sadece ona bir ev ortamı, aile hayatı sağlıyorsun. Her şeyiyle ilgileniyorsun..

Şu an türkiye'de çok az koruyucu aile var. Bu uygulamanın artmasına, kurumda yaşayan çocukların ailelerle birlikte yaşamaya ihtiyaçları var. Hepimizin biraz daha duyarlı, biraz daha az bencil olmaya ihtiyacımız var. Yoksa dışardan bakıldığında minin kafeslerinde yaşayan, durmadan bir çemberi döndürmeye çalışan hamsterlardan bir farkımız kalmaz!

Pazartesi, Mart 28

ODA - Emma Donoghue

Ofisten bir arkadaşım bu kitabı çocuk dili kullanımının çok güzel bir örneği diyerek okumamı önerdi. Gerçekten de çok etkileyici bir kitap. O kaçırılıp, odaya kapatılan ve orada yıllarca eziyet gören kadınlar ve çocuklarının hikayelerinden yola çıkarak yazılmış bir kitap. Oda, 3 metreye 3 metrelik bir alanda hapsolmuş bir kadının 5 yaşındaki oğluna dış dünyayı, hayatı anlatışını ve ona orda bir dünya yaratmaya çalışma çabalarını anlatıyor. Kitap çok etkileyici. Dil kullanımı ve o mekanın anlatılışı inanılmaz. biraz ağır bir kitap ama kaldırabilirim diyenlere tavsiye ederim..

Kitaptan bir alıntı:
"Ben bir kekten yapılsaydım, başka biri yemeden önce kendi kendimi siler süpürürdüm." (syf. 35)

Planlarda değişiklikler...

Amasra'ya gidemedim. Mayıs ayında bir haftasonuna ertelendi gezimiz. Zaten Nisan ayında öyle yoğunuz ki Nisan nasıl gececek bilemiyorum..

İş için cuma günü Eskişehir'e gittik. 2 anaokulu açtık, Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni ziyaret ettik. Eskişehir de Porsuk şehre çok güzel bir şekilde entegre edilmiş, tramvaylar çok güzel - bunların hepsine hiçbir sözüm yok. Hatta mini Disney gibi bir şey bile yapmışlar, içinde korsan gemisi ve Disney'in sarayı'nın çakması bulunan :)(Orjinal bir şey yapmak bu kadar mı zor ya!)

Ama yani o binaların korkunçluğu. apartmanların önünde 1 metrelik bile yer yok, sokak kapılarından direk kaldırıma çıkılıyor, bir yeşillik bir ağaç hiçbir şey yok. Yollar daracık, binalar 8 katlı yan yana yan yana bitişik.. Çok boğucu geldi bana Eskişehir'deki şehirleşememe.. Halbuki şöyle 3-4 katlı bahçeli binalar olsa, önlerinde ufak bahçeleri, ağaçları olsa..

Eskişehir'e Ankara'dan trenle gitmek çok kolay - tam 1,5 saat sürüyor. Şeirde Porsuk kenarında çok şirin minik kafeler var. Her yer öğrenci, çok sayıda bisiklete binen insan, havası Ankara'ya göre daha yumuşak. Gidilip görülebilir yani, günübirlik ziyaretler için çok uygun.

Çiğbörek yiyemedik ya, içimde en çok o kaldı!

Perşembe, Mart 24

haftasonu amasra

Bu haftasonu annemlerle, kalabalık bir grup halinde Amasra'ya gitme planları yapıyoruz.. ay nasıl iyi gelecek bu tatil bana: balıklar, deniz, kitaplar ve uyku.. biraz dinlenip enerji toplamam lazım - çok yorgun hissediyorum, çok!

oturan kedi




bu aralar internete oturan kedi fotografı yüklemek modaymış. Dün akşam tam yanımda yatarken melosh hanım yalanmaya başladı. Ben de hemen bu fırsattan yararlanıp bu anı ölümsüzleştirdim. Melos yalanmakla mesgul olduğundan, kişisel bakım demek daha doğru, resimler flu çıktı. Ama ne kadar flu çıkarlarsa çıksınlar meloş hanımın o komik oturuşu çok güldürüyor beni.

Salı, Mart 22

hazır motive olmuşken

bir yazı daha yazayım dedim! Bugun eminiyete gittim yeni pasaport çıkartaya. Resmimi kabul etmeyip yenisini çektirdiler orda - öyle korkunç çıktım ki - kimse ben olduğuma inanmaz yani :)

Neyse, eski pasaportumda kalan 2 yılı da ekleteyim istedim. Baktılar, siz bunu nerden çıkarttınız dediler. New york'tan dedim.. E bu pasaport sistmede görünmüyor, bu yılları ekletmek için yukarı çıkıp dilekçe vermeniz lazım, NY'a yazı gidecek, sonra ordan gelecek falan diye kadın anlatırken önceden yaşadığım bürokrasi aklıma geldi ve kalbim sıkıştı. Ay ne yolunda gitti ki bu yolunda gitsin kendi kendime. Tamam hanımefendi, gerek yok, o ili yıl kalsın orda, istemiyorum dedim.. Ay zaten son iki yıldır sıtkım sıyrıldı bu pasaporttu, nüfus cüzdanıydı, oturma izniydi derken - lanet olsun - bir canımı kurtarayım başka bir şey istemiyorum!

ara sıra

Ara sıra yazabiliyorum artık. gezmekten, tozmaktan, çalışmaktan, spordan falan zaman kalmıyor. bütün gün bilgisayar başından kalkıp bir de evde bişeyler yapmak içimden gelmiyor - ekrana bile bakamıyorum..

Neyse, geçenlerde portakallı bir şekerleme yaptım ve herkesin çok hoşuna gitti. işte resimli tarifi. Portakal kabuklarını biriktirdim, 20 kere falan suyunu değiştirerek haşladım. İnce şeritler halinde kestim, yuvarlayıp kürdanla tutturdum, fırın tepsisine dizdim.

Reçel yapar gibi şekerle pişirebilirsiniz bunu aslında, ama ben üzerine pekmez ve bal karışımı sürüp sağlıklı bir yaklaşımı tercih ettim.
Fırında 20 dakika falan piştiler. Sonra çıkartıp soğuttum. Bir yanda benmari usulu bitter çikolata erittim. Portakalları bu erişimiş çikolataya batırdım. Buzdolabında dondurdum - harika oldu! Herkes afiyetle yedi.. Portakal kabuklarını çöpe atmaya inanılmaz bir alternatif.

Meloş hanımın resimleri için istekler geliyordu. sonunda dün gece annemlerde kaldığımda resimlerini çektim tipsiz hanımefendinin! aman ne asık suratlı, ne maymun bir şey görseniz inanamazsınız.. Ama annemlerde yaşasa bile her zaman benim sadık yarim kendisi. Ben onu yerim!

Cuma, Mart 11

sanatsal cuma

Japonya'daki Tsunami faciasının görüntüleri karşısında hepimiz şoktayız ofiste. Ya burda olsaydı bile diyemiyor insan, dilinin ucuna gelince olabilecek felaketi düşünüp bu ihtimali dile getiremiyor.. Allah Japonyadakilere yardımcı olsun diyebiliyor sadece..

Bu resmi Kapadokya'da kaldığımız otelde gördüm. Çok beğendim. Birgün oturup da böyle bir resim yapsam - öyle geniş zamanlarım olsa. Hergünüm koşuşturma olmasa...

Perşembe, Mart 10

Evimdeki minik objeler - Kar tatilinde evde kalmanın faydaları

Salı günü sabhatan evde kalıp düzeltmem gereken bir raporu okudum, işe öğleden sonra 1:30 gibi gittim ve 3:30'da tatildik. Dün de ful gün tatil olunca nerdeyse haftasonunu salı ve çarşambadan yaşamış oldum!

Dün evde bir yandan çalıştım, bir yandan da evi toparladım, Av mevsimi'ni izledim, haftalardır biriktirdiğim gazetelerin kitap eklerini okudum, çamaşır yıkadım, astım, sonra geri yerleştirdim, bulaşık yıkadım ve geri yerleştirdim, bitkilerimle ilgilendim, kendime bakım yaptımj ve uyudum.. Öyle güzel bir gündü ki anlatamam! Ha bir de kek ve çorba pişirdim - afiyetle yedim :)

Evdeyken de evime yeni taşınan nesnelerin resimlerini çektim. Kendileriyle çeşitli boyutlarda aşklar yaşıyorum. Aslında tam aşk denemez, minik crushlarım var bu nesnelere - ama maalesef cruch kelimesi türkçeye çevrilemiyor.. İngilizceden Türkçeye çevrilen raporları okudukça ve kendim de nasıl düzeltilir diye düşündükçe ne kadar fakir bir dilimiz olduğunun farkına varıyorum. Ya da eski kelimeleri atıp kendimizi ne kadar fakirleştirdiğimizin demek daha doğru.. İşte böyle şeylerle uğraşıyorum...

Tanıştırayım: bunlar Kapadokya'ya gittiğimde aldığım Rakularım. Özel bir sırlama tekniği kullanılarak yapılıyor bunlar ve Japonların daha çok kullandıkları bir teknik bu. Sehbamda duruyorlar ve her bakışta aşk yaşıyorum kendileriyle!

Bu da Paşabahçe'nin Yeditepe İstanbul'u! Kız arkadaşlarımın bana ev hediyesi.. Kendisini yıllardır alsam mı almasam diye hesaplar yapıyordum. sonra bir ara bu üretimden kaldırıldı ve yeni beyaz camdan uyuz ve daha ucuz bir versiyonu üretilmeye başlanmıştı. Yıkılmıştım. Sonra tesadüfen bunu görünce hemen atladım ve aldım. İçinde mum yakıyorum bazen, İstanbul'u evimin ortasına getiriyor!



Sonunda Ficus Lyrata! Yıllardır aradığım bitkiyi sonunda buldum! aldım! Evime getirdim.. O kadar güzel ki - 10 tane daha alasım var.. Kendisine bakmaya doyamıyorum! Bana Gainesville'de bölümdeki o dev ağacı hatırlatıyor. Ben de çok iyi baksam ve sabretsem benimki de dev bir ağaca döner mi acaba...