Salı, Ağustos 31

hayat akıp gidiyor...

Dün Zafer Bayramı ve de anneannemin 80. doğum günüydü. Biz çalıştık, ama saat 3 gibi evlerinize gidebilirsiniz dediler.. Çocuklar gibi şendik. Eve geldim ve sonunda uzun tatillerinden dönen anne babamla oturdum biraz.

Sonra da yatağa yatıp Selim İleri'nin Oburcuk Mutfakta'sını bitirdim, keşke hiç bitmese diyerek.. Öyle enteresan yemek tarifleri, öyle güzel İstanbul anıları var ki - insan 640 sayfalık kitabı elinden bırakamıyor. Şimdi de ye, dua et, sev'i okuyacağım. Madem filmi daha gelmiyor, bari kitabını okuyayım dedim. Şu Ejderha Dövmeli Kız, Ateşkle Oynayan Kız, ... serisini de merak ediyorum; ama ne bileyim best seller olduklarından mıdır nedir okumak istememe rağmen hemen alamıyorum. En azından best seller furyası bitince okuyayım diyorum. Su anda da önce şöyle bir divan bulayım, sonra da üstüne yatıp kitap okuyayım istiyorum...

Bugün Ağustos'un son günü. Nerdeyse yaz bitti. Birkaç haftasonu gittiğim tatillerle yazı geçirdim. Bir yandan uzuluyorum kendi halime, ama bir yandan da bu kadar tatil yetti sanırım. Nerde kaldı o eskinin 3 aylık yaz tatilleri.. Tatil o zaman bir yaşam biçimiydi bizim için, şimdi ise senede 1 haftalık, 2 haftalık bir program yapma otel bulma stresi..

Bayram tatiline 1 hafta kaldı. Planladığımız tekne gezisi gerçekleşemedi. Biz de 3 günlüğüne Amasra'ya gidelim dedik. Yatar kitap okuruz, sabah erken kalkıp herkes üşüşmeden Çakraz'da denize gireriz falan derken deniz sezonunu da kapamış oluruz.

Böyle işte. Daha Ağustos bitmeden içimde bir Eylül burukluğu...

Cumartesi, Ağustos 28

kararsizlik


dun rengarenk ojeler denedim. en cok o yesil renk ile maviyi begendim.. Onlari aldim, elde biraz zorlar ama ayakta cok eglenceli olacaklar gibime geliyor.. Bugun denemeyi planliyorum...

Perşembe, Ağustos 26

ari maya elbisesi ve kulagimdaki baykuslar...



nasil oldu hic bilmiyorum, bugun eve geldigimde yanimda bunlar da vardi...

bomboş bir perşembe günü

Dün gece elimde kitap, yanımda melosh erkenden uyuya kaldığım için sabah da erken uyandım. Çok eğlenceli bir kitap okuyorum, mutfak kültürü ve yemekle ilgilenen herkese de tavsiye ederim: Selim İleri - Oburcuk Mutfakta. Dün gece gözüm kapanmasına rağmen bir bölüm daha okuyayım, bir bölüm daha derken öyle uyuyakalmışım. Sabah erken uyandığım için yanımda duran kitabı açıp kaldığım yerden devam ettim. Tabi bu sefer de işe geç kalmak derecesinde...

Dün akşam Pilates epey zorlayıcıydı. 1 kiloluk ağırlıklarla çalıştık ve ben sürekli offf, poff sesler çıkarıp durduğumdan derstekilere ve hocamıza baya bir gülme nedeni yarattım. Nedense dünki ders beni pek bir zorladı. Sabah da etkileri devam ediyordu. Karın kaslarım hafif sızlıyor, bacaklarım da, kollarım ve omuzlar bildiğn ağrıyor..

Ama spora gitmenin verdiği rahatlamayı, gevşemeyi de hiçbir şeye değişemem. Düzenli spor yapmazken sürekli spor yapan insanlara ben de salak gözüyle bakardım - itiraf ediyorum. Kendilerini fazlasıyla yoruyorlar, hatta sakatlıyorlar - ne saçma diye düşünürdüm. Ancak şu son 3 yıldır ben de düzenli spor yapan bir insanım ve yapmayanlara da hayretle bakıyorum.. Sadece bugünü düşünüyorlar, ilerisini, yaşlanacaklarını falan hiç düşünmüyorlar.

İlk olarak kendini enerji dolu hissetmene neden oluyor spor. Ordan yorgun argın, ter içinde, bacakların titreyerek çıksan bile eve geldiğinde öyle dinç, öyle iyi hissediyorsun ki.. Sırf o his için değer. İnanılmaz bir kafa dağıtma ve stresten uzaklaşma desteği. Daha kolay uykuya dalıyorsunuz yorgun olduğunuz için, ama sabahları da daha dinç, daha enerjik uyanıyorsunuz. Vücut üzerindeki etkilerini yazmama gerek bile yok. Hem şimdi, hem de ilerisi için.. Bir da sağlıklı kalmanın en önemli nedenlerinden biri - her şeyi uzak tutyor. İşleyen demir resmen ışıldıyor..

Ama genelde insanlar - özellikle de yeni başlayanlar - daha ilk başta her gün ağır egzersizler ile kendilerini yorgun düşürüp spordan soğuyorlar.. Eve ilk kürek aleti aldığımız zamanı hatırlıyorum. Kardeşim 200 kürek çekmeye çalışıyordu daha ilk günden. E tabi çok yoruluyordu. İlk bir hafta bu tempoyu sürdürdü, ağrılar içinde, sonra da bir daha bakmadı bile kürek aletine.. Bisiklet geldiğinde ise babama aynı şey olmuştu. Her akşam 1 saat bisiklet yapma çabaları çok kısa sürdü..

O yüzden tavsiyem, çok ağır olmayan egzersizler ile seyrek bir programla başlamak. Çok yormadan, tadını çıkararak, her gün kondisyonunuzun arttığını izleyerek. Zaten gerisi gelecektir....

* Resimdeki kedi melosh değil, mutfak da bizim mutfak değil zaten.. Ama o kadar hoşuma gitti ki o mutfaktaki ışık, kendime böyle ışıklı, içinde kediler dolanan mutfaklar diliyorum ilerisi için!

Salı, Ağustos 24

sanki bedava

aksam cerro ile kisa bir yuruyus yapalim dedik dikmen vadisinde. Bir baktik ki recep ustanin onu tam kaos! Herhalde bedava et dagitiyorlar orda, haberiniz olsun...

melosh ile telefonda konuşma ihtimali

Bazen evden dışardayken, özellikle de işteyken şöyle bir meloshu arayıp naber nasılsın diyesim geliyor. Kendisi telefona cevap veremiyor, telefonu acsa da konuşamıyor, ama bütün bunları bilmek bile beni o evde yalnızken arayıp bir hatırını sorayım istiyorum...

Ankara'da yalnız kalmak - ve bunun gercek anlamı

Ömürleri bol olsun, bizim ailemizin yaşlıları hep hayatta. Birkaç sene önce dedemizi kaybetmenin dışında kayıpsız ilerliyoruz. Böyle de yazılmaz ki diyeceksiniz şimdi, ama bizim ailede ölüm biraz farklı algılanır, daha alaycı bir yaklaşımla bakılır. Tabi ki zamanlı olduğu sürece. Mesela kaybettiğimiz Yıldız Dedem, kendisi aile mezarlığımıza bakım yaptırdıktan sonra anlata anlata bitirememiş, dayım da, e baba o kadar güzel olduysa gidip orda yatalım, deyivermiştir.

Yekta Dedem ise kendimi bildim bileli artık öleyim, ölmek istiyorum diye dolaşıp durur. Birkaç yıl önce bir akşam yemeğinde, doğum günüydü sanırım, artık ölü bir balığa benziyorum demişti, ben de daha değil demiştim. Yani bizim evde bu konu böyle geçiştirilir. Ama biri hasta olunca dünyamız yıkılır tabi, o ayrı..

Dün gece 12 gibi - ben uyuduktan sonra - telefon çaldı. Konuşmayı özetliyim ben: Ben bu gece ölürüm büyük ihtimalle, babanen senin telefon numaranı bilmiyor, sabah onu ara. Kaparken iki üç kere tekrarladı sabah ara mutlaka diye... Bu kafa ile uykuma devam ettim.

Sabah altıya doğru bir telefon. Babanemin kız kardeşi. Eyvah dedim, beni arayamadılar ona haber verdiler. Sesi öyle kötü geliyor ki, artık dayanamicam, ölüyorum, beni hastaneye götür.

Yataktan deli gibi kalktım. Hızlıca hazırlanıp arabaya atladım. Yüzüm öyle allak bullak bir halde olmalı ki güvenlik uzun uzun bana baktı. Gittim, aldım, hastaneye gittik, acile yattı, kan testleri, serumlar falanlar filanlar derken sakinleşti, tansiyonu normale döndü. Virutik bir şey kapmış, bütün gece kusmuş. Keşke gece arasaymışım seni, dedi. Keşke dedim.

Eve geldim. duş, hazırlık, biraz uzanıp dinlendim. sonra kalkkıp işe geldim.

Hemen babanemi aradım. Sesi kötü. Bacakları ağrıyormuş. Omzunu kırmıştı zaten, omzu ve beli ağrıyordu. Şimdi bacaklar eklenmiş. Dedem kalktı mı, diye sordum. Kalkmadı, dedi. Siz kalkıp ona baktıız mı, dedim. Hayır, dedi. İyi ben sizi ararım deyip kapattım.

Şimdi onlardan haber bekliyorum... Dediğim gibi, Ankara'da tek olmak zor. Ailemizin yaşlıları ile ilgilenmek bir ekip işi.

Cuma, Ağustos 20

hayat tesadufleri sever


bazen hic beklemediginiz bir yerde, bir anda hic beklemediginiz bir sey ile karsilabilirsiniz...

Tipki benim posta kutusundan mektuplari alirken birkac yan kutudaki bu dinazorla karsilasmam gibi...

yaşasın yine cuma!

Bu blogda birkaç aylık yazı okuyan herhangi biri en sevdiğim günün cuma olduğunu hemen anlar. Tabi işin yarım gün olması da bu sevgiyi epey bir körüklüyor. Yarım gün olan cumaların tadı da bir başka oluyor. Ya izin alıp tatile gidiyorum, ya ankarada kızlarla bir şeyler yapıyorum, ya güzel bir alışveriş fırsatı oluyor haftasonun çılgınlığından uzak..

Bu hafta da 2 saat sonra işten çıkıp, annemle buluşup hem uzun süredir almayı planladığı bir şeye bakıcaz - 30. yıldönümü hediyesi, hem de biraz şu indirimin son günlerinde neler kalmış - batan geminin malları misali - etrafı kolaçan edicez..

Ayyy, hayat çok zor! (Gülse Birsel'i sevgiyle anıyorum...)

Salı, Ağustos 17

Çeşme Gözlemleri ve çocuklu (ama çocuksuzmuş gibi davranan) aileler

Yamalı yorgan gibi surdan bir gün, şurdan yarım gün diyerek planladığım yaz tatilimin bir bölümünü de gecen haftasonu Çeşmede geçirdim. Cuma, cumartesi, pazar...

Çeşme bostu ve normale göre daha rüzgarsız ve sıcaktı. ama yine de Çeşme Çeşmedir, başka yere benzemez. Fakat bu yıl özellikle beni rahatsız eden bir nokta vardı - o da her yere gelen çocuklar.. Şimdi böyle deyince ayrımcı ve anti-çocuk bir imaj çiziyor olabilirim; ama biraz daha okuyunca öyle olmadığını anlayacaksınız.

Şimdi millet o dünyanın 8. harikası gözüyle baktığı sevgili yavrularını sabah en geç 10:30 gibi hazırlayıp plaja getirmiş oluyor. Kolluklar, kovalar, kürekler, suya dayanıklı bezler falan tam teşekküllü bir şekilde. Ve o çocuklar sabahın o saatinden akşam 6lara kadar plajda kalıyorlar. Niye çünkü sevgili ana babaları günlüğü 25-30 liradan giriş ücreti ödemiş oluyorlar.. Tabi her yer sinirli, sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış, vıcık vıcık gürültücü çocuklarla dolu oluyor.

Sevgili ana babalar, tamam siz genç ve çocuksuzken belki seaside'a, o zaman adı fly-in olan babylon'a falan gelmek havalı bir şeydi. Ama çocuğunuz varken değil. Birincisi, o çocuklara çok yazık - günün en sıcak ve güneş ışınlarıın en çok yaktığı saatleri dışarda geçirmek zorunda kalıyorlar. Doğru düzgün bir şey yediklerinden şüpheliyim. İhtiyaçları olan öğle uykusunu da yapamamaları ayrı bir problem. Hiç plajda onları şezlonglarda sabit tutma çalışmalarınız bize öğle uykusu diye yutturmaya çalışmayın, o çocuklar uyumuyor.. uyuyamıyor.

Peki çözüm önerim nedir? Benim de çocuklu bir arkadaşım vardı ancak kendisi süper bir anne olduğu için bu bahsettiğim davranışların hiçbirine girip de kendi havası için çocuğunu 2. plana atmıyordu. Mesela çocuk sabah 9:30-11:30 arası plaja geliyor. 11:30da arabaya binmiş oluyor eve gitmek üzere. Eve gidiyor, duş, yemek ve öğle uykusu. Sonra 4:30-5'e dogru bir daha deniz sefası yapıyor.. E doğru bu süre sarfında annesi plajda keyif yapamıyor; ama insanın çocuğu olunca da bazı şeylerden biraz uzak kalması gerekiyor. Çocuk kolunda taşıdığın bir çanta değil...

Peki niye sinirliyim bu kadar? Çünkü cumartesi günü Seaside'da bir çocuk yüzlerce yüzme bilen kişinin önünde boğuluyordu. Niçin? Gerizekalı annesi denize arkasını dönmüş arkadaşları ile sohbet ettiği için. Sonra çocuğunun boğulmadan hemen önce yüzen biri tarafından iskeleye çıkarıldığını fark edince iskeleye bir koşuşu var.. Yemezler güzelim yemezler diye bağıracaktım arkasından, yüzme bilmeyen bir çocuğun varsa yanında olacaksın, yanında değilsen bile gözünü üzerinden ayırmayacaksın..

işte böyle. yani ya çocuğa göre ayarlayın bir süre hayatınızı, ya da işletmeler çocuklu ailelere özgü ayrı plajlar yapsınlar birçok büyük otelde olduğu gibi, en azından çocuklara yapılan işkenceyi görmek zorunda kalmayalım..

** resimdeki minik canavar bahsettiğim o bilinçli annenin tatlı kızı. Nazar boncuklarıyla birlikte koyuyorum bu minik kedi hayranının resmini...

Salı, Ağustos 10

the naked ape


bu kitap eskiden beri evimizin kutuphanesinde dururdu ve ben merak ederdim. Yeniden canlanan kitap okuma aski ile kendisini aldim elime. Bir zoologist insanligin dogasini anlatiyor. Insani tuysuz bir maymun olarak biolojik acidan ele aliyor ve evrimini anlatiyor. Tavsiye ederim, bir yerlerde karsiniza cikarsa bir karistirin en azindan...

Pazartesi, Ağustos 9

Algida Buzzy

Bana ofiste daralmışken bu dondurmayı ve ilkokul ve ortaokul günlerimi anmamı sağlayan Eco ve Zeyno'ya teşekkürler,imi sunuyorum buradan!

birbirimize söyleyemediğmiz onca şey - Marc Levy

Kitap önerisi yazacak kadar sabrım yok şu anda maalesef. Bunun dün bütün günü havuz başında geçirip de bugün ofise gelme fikrine hala alışamamış olmamla bir alakası olabilir. Ya da öğlen yemeğini iki arkadaşımla yedikten sonra ben ofise dönerken onların aylak bir gün geçirecek olmalarını bilmek de ruh halimi yapıcı yönde etkilemiyordur sanırım. Neyse, ofisteyim ve işten çıkmama daha 4 saat var. Sonra pilates!

Kitaba dönecek olursak, Zeyno'dan taa 1 ay önce aldığım kitaba 4 gün önce başlayabildim. Ve de kısacık bir sürede bitirdim. Başlarda yavaş başlayan kitap ortalara doğru iyice hızlanıp o ivmeyle bitiveriyor. Bir kızın babası ile yüzleşmesi - barışması konulu kitaba bir anda bittiği sanılan eski aşk el koyuyor. Okuyucu da merakla okuyor bu ortada kalmış aşk hikayesini.

Bu merakı uyandıran en büyük etkenlerden biri, konunun yanında, Levy'nin yazış tarzı. Benim Dan Brown tekniği diye adlandırdığım bir teknik kullanıyor. Bölümler atlayarak gidiyor. Yeni bir bölümde kız ile ilgili önemli bir gelişme olacakken hop en heyecanlı yerinde bölüm bitiyor, kızın en yakın arkadaşına geliyor konu. Sonra heyecanlanınca yine hop, Kızın babasına geçiyoruz. Tam ah ne olacak derken yine bitiveriyor. Bir sayfayı çevirmişsin, kızla ilgili o kaldığın heyecanlı yerden devam. O yüzden okurken hep paralelde de ne olduğunu merak ederek okuyorsun. O yüzden elden bırakması zor, çünkü tam sen hah şu belirsizlik de çözülsün gidip su içeyim derken daha da enteresan bir belirsizlık çıkıveriyor karşına. Susuzluktan ölecek hale gelene kadar okuyorsun. İşte karşınızda Dan Brown tekniği...

Neyse, amacım bu kadar uzun bir yazı yazmak değildi. Güzel bir kitaptı, hatta sonlara doğru bir yerlerde ağladım, okumanızı tavsiye ederim. Ama okursanız bunda ağlanacak ne var bee diye dalga geçmeyin, bazen saçma sapan gelebilecek şeylere ağlayabilir insan..

Bugün bitsin. Şu anda tek dileğim o...

Cuma, Ağustos 6

yaratıcılık dalgası

Bugun içimde bir yaratıcılık var. Boyle şeyler yapasım var. çişçekler alayım, buketler hazırlıyayım evin çeşitli yerlerinde. Bir yandan da sıcaktan korkmasan Suluhan'a gidip boncuk alayım, sonra eve gelip kolye yapayım istiyorum ama planlar başka..

Lızlarla Panora'da buluşup bir şeyler atıştırıcaz. Memi, Şirro ve Defne'yi görücem orda. sonra da belki sinemaya girip bir film izlicez.. Sıcak bir cuma günü. ama şikayet etmiyorum, çünkü sıcak ama yarım gün çalışmalı bir cuma günü bu!

Resim: http://www.nytimes.com/slideshow/2010/08/04/garden/20100805-flower-slideshow-11.html

Perşembe, Ağustos 5

bugün ofiste gün yaptık

Gün dediğim, potluck gibi bir şey.. herkes bir şeyler yapıp geldi, sonra afiyetle yedik. pek güzel oldu... hatta sık sık böyle yemekler yapmaya karar verdik!

Çarşamba, Ağustos 4

güzel haberler günü...


içimin daralması bile bugün aldığım güzel habere leke süremiyor. O kadar güzel bir haber maşallah :) Daha çok yeni olduğu için de kimselere söyleyemem, ama bir arkadaşımın hayatı tamamen değişsecek, tabi bizimki de onunkiyle birlikte, ve ben de çok heyecanlıyım..

İşten bir an önce çıkmaya heveslendiren 2. gelişme de bugün başka bir arkadaşımıza gelinlik bakmaya gidecek olmamız birazdan. İlk defa gidicez, daha önce hiçbir şeye bakmadı. İlk defa ne tarz şeyleri beğeniyor, neyi kesin sevmiyor - onu anlayacağız.. Çok heyecanlıyım, salak gibi :)

Heyecanlı bir gün yani bugün. Benim hayatımda da değişiklikler var. Bunlar gibi heyecanlı şeyler olmasa da değişiklikler işte. Bakıyorum da, hayat hızla değişiyor, bir gün insan hayatında çok şeyi değiştiriyor. Bazen sadece yanından geçip giden hayatına bakakalıveriyorsun.

Değişik bir his hayatında yüzde yüz kontrolünün olmaması. Bir yandan kötü çünkü insan her şeyi kontrol etme güdüsüne yenilebiliyor kolayca, ama bir yandan da güzel çünkü karşına ne çıkabileceğini, başına ne gelebileceğini asla kesin olarak bilemiyorsun..

Ah hayat, bırakıyorum kendimi kollarına. Tut beni.