Her zaman dediğim şeyi yine tekrarlayacağım burda: İstanbul tatile gitmek için güzel bir yer, yaşamak için değil.
İstanbul'a çok sevdiğimiz 2 arkadaşımızın düğünü için gittik. Cuma gecesi 38 kişilik bir düğün ile evlendiler Çırağan'da ve salona girer girmez herkesin dili tutuldu. Öyle 300-400 kşilik düğünlerin ne saçma, ne anlamsız, ne romantizmden uzak olduğunu kanıtladı arkadaşlarımız. Mikrofon masanın etrafında döndü, herkes duygusal konuşmalar yaptı. Her şey çok çok güzeldi.
İşte bu resim de istanbul'un tatil için güzel olduğunu kanıtlıyor bir bakıma: İstanbul'da yaşayan kaç kişi sabah uyandığında böyle bir manzaraya karşı kahvaltı edebiliyor?? Benim tanıdığım çogu kişi arabalarda, otobüslerde saatlerce trafikte eziyet çekiyorlar. Ya da iş yerlerine yakın olabilmek için öyle kiralar ödüyorlar ki kendi ayakları üzerinde durmaları imkansız! Neyse, dediğim gibi - İstanbul tatilciye güzel!
Aslında kahvaltıdan sonra Nişantaşı'na gidip oralarda gezdik, sıcak şaraplar, sokak süslemeleri falan çok güzeldi Nişantaşı. Restoranlar kaldırımlara taşmış, insanlar ısıtıcıların altında dışarda oturuyorlar falan bayıldım. Türkiye'ye Avrupadaki Chrismas Marketlar gelmiş diye düşündüm.. Akşam da bence İstanbul'un en güzel restoranlarından biri olan Zuma'ya gittik. Zuma'yı her zaman herkese gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. Yemekler harika. Mekan güzel, servis, çalışanlar her şey kusursuz.
Tabi Zuma'nın menusu karşısında kendimden geçtim ve de yalnızca bu fotografı cekebildim. Bu iştaha yenik düşüp fotoğraf çekememe sorunum da bir enteresan.. Ton balığı a la Zuma - harika! Tereddütsüz tavsiye ederim... Gece sonra çeşitli yerlerde devam etti ama oralarda fotoğraf çekecek durumum olmamış pek :)
Son günümüzde ise zaman kısıtlılığından dolayı Cihangir ve Beyoğlu taraflarına gidelim dedik. Cihangir'e bayıldık. Mete İstanbul'a taşınırsak burda yaşayalım deyip durdu. Bence de güzel ama yaşamak için ne kadar yi emin değilim. Araba dert, trafik dert, evler küçücük, her yer yokuş, insana bir süre sonra fazla kozmopolit gelebilir - ama ne olursa olsun ruhu olan bir semt. Orda gezerken de Journey diye bir kafeye attık kendimizi soğuktan korunmak için. Journey de dünyanın en tatlı kafesi çıktı! :)
Menu fotografı cekmek yasaktır belki de bilemiyorum - ama dayanamayıp bu fotografı çektim. Menu'deki her şey çok enteresandı. Amerika'da hippielerin işlettiği kafeler vardır onlara benzettim- her sey organik, genelde sebze ağırlıklı bir menu, bol bol keçi peyniri lafı geçiyor...
Keçi peynirini bulur da yemez miyiz! Keci peynirli bir sandviç ve de bu aperatif tabağını istedik. Soldan sağa: tahinli pancar - ki mükemmel ötesi bir şeydi, tulum peynirli domates pesto - içinde kurutulmuş domates de var biraz muhammarayı andırıyordu ve de cevizli patlıcan - bu çok da parlak değildi. Sanki kavanozdan patlıcanı dökmüşler üzerine de biraz yeşillik biraz da ceviz atmışlar, limon, zeytinyağı tamamdır havası vardı...
İstanbul'da yapmak istediğimiz binlerce şey vardı: gitmek istediğimiz yerler, görmeyi istediğimiz insanlar.. Bu haftasonu bize İstanbul'a cok daha sık gitmmiz gerektiğini hatırlattı. O anlamda da harikaydı..