Çeşme
bekle bizi!! Geliyoruz
Konya'da üvey annesi tarafından akılalmaz işkenceler sonucu ölen F. K, daha önce tüm ülkeyi yasa boğan başka bir üvey anne dehşeti. Buçocuklar daha 10 yaşına bile gelmeden neler yaşamışlar - insan düşündükçe ağlayası geliyor.. Hatta bugun Hakkı Devrim'in de yazısında yazdığı gibi - yüreği dayanamıyor, oturup hüngür hüngür ağlıyor.
Öylesine canım sıkkın ki - diyecek söz bulamıyorum. Çocukcağız öldü de kurtuldu en azından demek avuntu olabiliyor, dünyanın bu adaletsiz haline tahammül edemiyorum!
güzl olduğu kadar uyku meraklısıdır da.. Sabah benle uyanıp ben hazırlanırken çekmeceye girip orda uyumaya devam eden bir kedi kendisi. Yakında günde 20 saat uyuma rekoru olan aslanı bile geçecek sanırım.. Uykucu kızım benim :)
Uykucu demişken.. Dün hayatımın en uzun uykularından birini gerçekleştirdim. Sanırım 11 saat uyudum. İşten eve gelip etrafı topladım. Uzun süredir okuyup bitirmek - yani bırakmamak için dişimi sıktığım Georges Perec'in Yaşam Kullanma Kılavuzunu okumaya başladım. son 50 sayfa kaldığı ve sonunda biteceği için çok heyecanlıydım. Planım biraz kitap okuyup dinlenip spora gitmekti. Hatta spor kıyafetlerimle yatmamın da tek nedeni buydu.
Fakat kitap bende her zaman gösterdiği etkiyi gösterdi ve yine uyuyakaldım. eh bi yarım saat uyur sonra spora giderim dediğimi hatırlıyorum yastığımı düzeltirken. Gece 10:40da gelen bir telefonla uyandım. Uyuyakalmışım. Hem de 7 buçuktan 10:40 a kadar..
Ne akşam yemeği, ne spor.. Melosh da yanımda uyumuş! Kalkıp bir süt içtim. Spor kıyafetlerimi çıkardım, dişlerimi fırçaladım. Kitabın kalan 30 sayfasını da okuyup bitirdim. Ve yine uyudum. herhalde saat 11:30 falandı. Sabah da 7:45te gayet normal biçimde uyandım.. yani saat çalmasa daha uyurdum. Melosh da saatle birlikte uyandı bu arada :)
Hayatımda bu kadar çok uyuduğum gün herhalde sayılıdır. Yani ben hatırlamıyorum.. Ama kitap bitti ya - Allahım o nasıl bir eziyetti - şükür yarabbim! O kitabı böylesine kült bir kitap yapan ve tavsiye edenlere bir sorum var: kitabın neyini beğendiniz yahu kuzum?!! Bence o kitabın en yakın olduğu şey yavaş gelen bir ölüm...
Sweet patato deneyim gayet başarılı bir şekilde devam ediyor. Kökler uzadı, filiz vermeye başladı, hatta minik yapraklar oluştu bile.. Yalnız yapraklar hafif morumsu. Gerçi yeşile de dönebilirler, umarım dönerler :) Mor tatlı patates istemiyorum, yeşil tatlı patates istiyorum..
Ortancalarım balkonda güneşin altında pişip kurumuşlardı. Ben de hepsini kestim, dal halinde kalmışlardı. Hatta oğuz görünce e bunu katletmişsin sen demişti. O da çok güzel bir geri dönüş yaşıyor. Her yerde yeni filizler, tomurcuklar.. Bakmaya doyamıyorum!
Bu Ofisten Nur Hanım'ın kopanhagdan çalıp getirdiği bir bitkinin bir dalı. Kök vermeye başladı. Buruşuk kağıt bitkisi koydum adını. Çok güzel! Toprağa ektiğim anı iple çekiyorum..
Bu da benim karşı komşumuzdan aldığım 3 yaprak menekşeyi köklendirip de büyüttüğüm menekşe. O kadar çok yaprak oldu ki - sanırım bölüp 2 saksı haline getirmem gerekecek. Ne renk çiçek açtıkları konusunda da en ufak bir fikrim yok, bakalım - göreceğiz...
"The key to your happiness is to own your slippers, own who you are, own how you look, own your family, own the talents you have, and own the ones you don’t. If you keep saying your slippers aren’t yours, then you’ll die searching, you’ll die bitter, always feeling you were promised more. Not only our actions, but also our omissions, become our destiny.”
Cutting for Stone - by Abraham Verghese
Evimde, yatak odamda çok güzel bir resim bana bakıyor. Sevgili Baran Kamiloğlu'nun yatakta serisinden bir resim.. Nedense bu resim içimde bir yerlere dokunuyor. İyiki gelmiş, iyiki yatağımın karşısına astırmış kendini..
Bir de yeni orkidem var. Kendisinden bahsetmeden duramayacağım! Evimde çok süslü bir kız var, diğer bütün orkideleri çatlatacak kadar güzel, benim için de bir o kadar özel.. Birine çiçek, ama buket değil de saksıda - yaşayan bir çiçek, hediye etmek kadar zarif bir hareket var mıdır acaba? Daha da güzeli o hediyeyi canlı tutmak, uzun süre yaşatmak..
Her şey gibi ona da bir nazar boncuğu lazım diye düşünmeden edemiyorum...
Tatil anlayışı denize girmek, deniz kokusunu içine çekmek olan bir insansanız benim gibi, tatil yapmış olsanız bile denize girmediyseniz hiçbir şey tatil gibi gelmez. Chicagoda gezmek çok güzeldi, kuzenlerimle, halamla vakit geçirdim ama yani şöyle bir deniz kenarında yayılmadım. Mısırcıdan süt darı, midyeciden midye yemedim. Kumru yiyemedim. Sabah geç kalkıp gece geç yatamadım.. Kumdan ayaklarım yanmadı. Denize girip de bir anda atlamak yerine yavaş yavaş yürüyüp gittikçe daha çok ıslanarak ürpermedim...
Ne bileyim işte - normalde her yaz yaptığım şeyleri yapamadığımdan mıdır nedir - bu yaz bana eksik geldi. Çalışmak böyle birşey. Eskisi gibi tüm yazı deniz kenarında geçiremiyorum. Bir de biz büyüdükçe plan yapmak daha da zorlaşıyor. Herkesin hayatında ayrı bir koşuşturmaca, ayrı bir program..
Neyseki en azından 2 tane biletim kesin. Eylül'ün son haftası 4 gün Bodrumdayım. Ekim'in ilk iki haftası da Antalya'da. Tarihler özenle seçildi ki çocuklar okullarında olsun, animatörler emekli olmuş olsun, sahller daha boş, daha sakin olsun! Datça'ya davetliyim, Bodrum'a davetliyim, Çandrlı'ya davetliyim.. Çok da gitmek istiyorum, ama ayarlayabilecek miyim, kim bilir!
Ama en azından Agustos'ta da bir haftasonu için bile olsa Çeşme'ye gidebilirsem benden mutlusu olmayacak sanırım..
Ah yaz, keşke hiç bitmesen!!! Daha geçen ay kaldırabildiğim o botları, çizmeleri, paltoları uzun bir süre görmek istemiyorum.
Bu öğlen Cafe Botanica diye çok güzel bir kafeye gittik. Menüsü ve yemeklerinden çok beni bahçesi etkiledi. Tam bir botanik bahçesi adı üzerinde. Yemekler de fena değildi - kahvaltı ya da akşam üzeri bir kahve içmeye gidilebilir.. Minik bir de havuzu var içinde japon balıkları yüzen ve de etrafta güzel bir sus sesi oluyor bu havuzdan dolayı. Ankara'da gidecek hiç yeni bir yer yok diye şikayet edip duranlara duyrulur..